Başbakan Erdoğan'ın küçük kızı Sümeyye son günlerde bir hayli gündemde. Siyasete atılması konuşulmuştu. Ama o 'hayır' dedi. Sümeyye Erdoğan'ın için biçilen son görev ise öğrenci olaylarını sonlandıracak adımı atması.
Aralık ayına hareketli girdik. İlkin Rektörler Toplantısı, ardından Mülkiye’deki yumurtalı gösteri derken, “Gençlik Meselesi” yine gündeme geldi. Başbakan’ın Rektörler’le yaptığı istişare toplantısına danışmanı sıfatıyla katılan Sümeyye Erdoğan, tartışma konusu olan gençliğe, çağdaşları olmak hasebiyle, aslında en yakın isim...
Baştan söyleyeyim ki; gençlere karşı emniyet adına kullanılan önlemler, amacını aşmış, önlem adına yapılanlar cezalandırma şeklini almıştır. Yerde kıskıvrak yakalanmış bir göstericiye tekme atılması, kolları arkadan kıstırılmış gence cop indirilmesi, önlem değil, açık cezalandırma, infaz hallerindendir. “Ama polis de bir insan” diyerek söze başlayanlara, “Ama hepimiz de zaten polis değiliz” derim. Polisliği zor bir meslek haline getiren de budur zaten; şiddeti, şiddet uygulamadan durdurma sanatı...
Tartışmalarda dikkatimi çeken bir diğer konu ise; eylemci gençlerin siyasi bazı örgütlerle irtibatı olup olmadığı ile ilgili. Öğrencilerin siyasi görüşü olamaz mı? Kendi öğrencilik günlerimizi hatırlayalım, kendi resim albümlerimize göz atalım. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kaldırılması için uzun yıllar yaptığımız eylemler, topladığımız imzalar, taşıdığımız pankartlar... Sözgelimi 87’de yasağın kaldırılması bağlamında siyasi liderlerle görüşmelere giden öğrenci grupları arasında hem Özal’la, hem Türkeş’le, hem de Erbakan’la çekilmiş fotoğraflarım var, şayet bizle görüşseydi Ecevit’le de olurdu... Bu neyi ispatlar? Öğrenci kısmı, adı üstünde delikanlıdır, “yaşlı, muhafazakar ve rejimi temsil ettiği”ne inanılan hangi siyasete, siyasetçiye tam anlamıyla teslim olunabilir ki o başta dumanla gezilen günlerde?
TKP Gençlerinin özellikle devlet üniversitelerinde estirdiği baskıcı yapılanmayı Eylül’den bu yana artan semptomlarıyla takip ediyorum. “Parasız eğitim” gibi, “Özgür düşünce” gibi, öğrenim koşullarının öğrenciler lehine kolaylaştırılması, yemekhane ve yurt-barınma koşullarının iyileştirilmesi, okullara ulaşımın ücretsiz veya kolaylaştırılmış hale getirilmesi gibi hepimizin de vicdanlarında olumlu kıpırtılara yol açacak talepleri anlamak elbette çok zor değil. Ama benim anlayamadığım şey; TKP gençliğinin koşulları adil hale getirilmiş bir üniversitede kendileri gibi okumaya gelmiş “başörtülü öğrencileri” niçin istemedikleridir? Tamam herkes kardeş kardeş okusun, bütün dünya bayram olsun demiyoruz, ama özgürlük ve adalet talepleri, “bana olsun, ona olmasın” şeklinde bir seçmecilikten geçiyorsa, özgürlük ve adalet olmaktan çıkar, baskıya, ırkçılığa, apaçık faşizme dönüşür... Sizin Abdullah Öcalan okumaya hakkınız olduğu kadar, başka öğrencilerin de Fethullah Gülen, Ali Bulaç, İsmet Özel okumaya hakkı var... Hem bu tür baskıları devlet okullarındaki kıt kanaat imkanlarla ve zorlu sınav maratonlarını aşarak gelmiş arkadaşlarınıza uygulamak ne kadar vicdan işidir? Herkes parasını bastırarak Koç’a, Sabancı’ya kayıt yaptıramıyor, Devlet üniversitelerini kabusa çevirmek neye hizmet ediyor bu da ayrı çelişki... Üniversitelerde yeni polislere ihtiyacımız yok!
Sümeyye Erdoğan’ın önemi tam da bu arada, herkesin birbirine polislik yapmaya kalktığı bu eşikte beliriyor... Başbakan’ın ve Rektörlerin arasında en genç ve sivil katılımcı olarak... Dışarıdakilerle içeridekilerin tam kesişim noktasında... Sivillerle, Devletlilerin... Toplumla Resmi olanın... Bireyle Devletin... Gençlerle Yaşlıların. Huzursuzlarla Huzura ermişlerin. Yönetilenlerle Yönetenlerin. Eleştirenlerle Eleştirilenlerin... Arasında, tampon ve kilit bir isim... Sümeyye, karşıtlıklar gibi duran tüm bu pozisyonlar arasında, gerçek bir iletişim dili kurmak adına, tarafların birbirini daha iyi anlayabilmesi, en azından konuşabilmesi adına önemli bir şans olabilir...
Akit Gazetesi